12 Haziran 2014 Perşembe

"Aramış olsaydım belki..."

Ben popüler kitap severim sanırım. Herkesin okuduklarını da merak ederim. Yalnız tabi ki kitap zevkime hitap etmeli. Öyle her yazara da gönül verilmez ki :)
Kürk Mantolu Madonna'yı merak etmişimdir hep.
Ve gayet hızlı bir bitirişim oldu -her ne kadar yazmak nasip olmadıysa da-
Gerçi romandan notlar yazılır mı tam bilemem ama iyi ruh tasvirleri var,
"oooooyyy oyyyy" okurken en sık kullandığım ifadeydi sanırım :)


Mesela: "İki insanın birbirini bulması bu derece güç olan şu dünyada, bu nadir saadete ermekti. Öte tarafı hep teferruattı."
"Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu"
"İnsanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtılar"
"Aramış olsaydım belki senin gibi birini bulabilirdim"

Velhasılı iyi bir yaz kitabı bence... İyi bir adamın ardına takılıp gitmek isterseniz... "Ahh bitmeseydi" bile diyebilirsiniz :)




11 Haziran 2014 Çarşamba

Ağlayabilmek güzeldi.
Düşünmek kendinden başkalarını da.

Sevmesen bile.
Hoş görmek.
Hoş bakabilmek.
Yüreklerin pasını gülücükle silmek.
Ruhumuz açlıktan kıvranırken,
Doyan midelerimizin "ah"ını tutar olmuşuz.
Sevdaya diyetler yapıp,
Gönlümüzü bir sokakta,
Haram bir sevdaya bırakıvermişiz.

Sevdamızı hakedenleri göremezken gözlerimiz,
Kurak çöllere otağı kurma niyetindeyiz daim.
Güneş yakarken tenimizi,
Buz tutmuş kalpler...


Ben bahara inanırım lakin.
Bir duanın, bir gözyaşının kıymetine...

Sevdanın gücü diye bir şey var hayatta...
Tutsun yakamızdan,
Kalbimizi sarsın en yakın zamanda.

Lakin mühimdir,
Kalplerimizin tamire ihtiyacı var.
En acilinden.
Yani en azından benimkinin :)


10 Haziran 2014 Salı

Yaz Geldi Yupiiii

Yaz geldi işte. Bana artık gün saymalar düşer, yazdan 90 gün kaldı...89...88... 3 kaldı...2...
Güneşe vurgun, renklere hayranım ben, yapılacak en iyi şey güneşin keyfine kendini bırakıvermek bundan sonra. Hayat keyfini sürmeyi ertelemeyi, şükrü bırakmayı, sevdiklerini sevdiğini söylemeyi içine bıraktırmayacak kadar kısa zira. Günler günleri kovalar durur hayatımda. Ee o vakit hayatın neşesini yakalamak düşer kula da. Eee huzursuzluk, darlık bile güzel günlerini anlasın diye verilmiş kula. Değil mi ki O var... Herşey ama inan herşey güzel. Yeter ki ellerimizi bırakmasın. Hani herşeyin yokluğu çekilir de O'nsuzluk oturur içimize. Kaldıramayız.

Neyseciğime... Deniz ayrı bir neşe, çiçek ayrı... Hele bir domates kokusu diye birşey var...Cennette bunun aslı nasıl olacak bilmem -ama bilmek isterim elbet.- Ya renkler Rabbim ? Kırmızı, yeşil, mor... Ya pembe, eflatun... Tabiki benim rengim mavi... Tam maviciyim ben... Mavi umudum, huzurum :)


Dün yıllar sonra bir bahçe gezdim. Hani salkım salkım domatesler, hani erikler dalda, dut gülümsüyor yapraklar ardında, hani fasulyecikler sarılmış sarığa, dalda ekşi kırmızı lambalar... Yok lamba değil de vişne onlar, kenarda çiçekler yabani, incirler yazı bekliyor yeşil yeşil... Kenarda salıncak...

Arada hissetmeli toprağı. Şehrin hayatından ruha dokunmalı. Ne kadar ruha dokunursak o kadar mutluyuz elbet. O kadar huzur demek. Bir çiçekle, bir avuç kirazla, bir türküyle, bir duayla, bir secdeyle, bir çocuğun sözlerine kanıp, bir dostun gözlerine bakıp, bir bebeği koklayıp, bir kahve kokusuyla, bir kitapla... Buldur huzuru Rabbim.

Minicik olsa da elimizdekiler, mutluluğumuzu, huzurumuzu kocaman yap nolur. Ve Sen'imizi, sevgini hiçbir sevginin önüne geçirme nolur. Sevdamla...

2 Haziran 2014 Pazartesi

Mihmandar-ı Nebi

Istanbul işte...
Istanbul, Kutlu Mihmandarın, kutlu mihmandarı...
Her bir köşesi cennetasa, her bir mekanı huzura yelken.
Ve bir Peygamber (as) müjdesi : Konstantiniyye elbet fetholunacaktır...
Gönüllerin fethini mi kasteder Efendim, yoksa mekan fethi mi tam bilemem,

Lakin şu an gelse Kendileri, burukluk hisseder zannederim. 

Kalbim hicran dolar İstanbulda benim,
Köşe bucağının manası, huzurunu sisler sarmış,
Ne yana baksan heveskar haller, yad ellerde kalmış misal...
Kalmamış bağrında yiğitler, şairler sanki...
Her bir güzellik yavaştan toplamaya başlamış neyi var neyi yoksa sanki bu kentten.


Bende hep meraktı gerçekten Ebu Eyyüp Hazretlerinin fethe gelişleri...

Kutlu Fatih'i sık sık duyardım duymasına da
İlk Peygamber müjdesi isteyenler nasıl gelmişlerdi sahi,
Neler yaşamış, at sırtında aylar, mevsimler boyu nasıl gelmişlerdi ?
Ve sahi neydi Ebu Eyyüp Hazretlerini o yaşında buraya kadar getiren ?
O kutlu beldeleri, Peygamber hatıralarını arkada bırakıp gelmek nasıl bir duyguydu acaba ?

İskender Pala zaten severim...
Çok tarih okuyamayan ve lakin merak eden biri olarak beni cehalitimden kurtarır
Tabi akıcı üslup, tasvirler ve dahi edebiyat bağlanmama sebep...

Kitap Efendimizin hicretiyle başlar, yakın zamanlara dek uzanır.
Elbet bilemem her bir anlatılanın sahihliğini
-Zira en nihayetinde romana kurgu icaptır-
Lakin çok büyük keyfle okuduğumu itiraf etmem gerekir.


Nasıl bir heyecandır evinde O'nu ağırlamak,
Nasıl bir telaştır Kusva'nın adım adım evinize yaklaşması,
Nasıl bir mucizedir O'nu öldürmeye gelirken iman etmek O'na,
Nasıl bir mutluluktur O'na yol arkadaşlığı yapmak.
Ve yıllar sonra, O bu dünyayı terketmişken,
Hatta tüm O'na ait olanlar silinip giderken bu dünyadan
O'na kavuşamamak O'na uzaklık ne büyük hasrettir.
Cihat büyüktür yaştan, hastalıktan...
Cihat... Manevi destek olmak... Hal diliyle tebliğ...
Gayri müslimlerin eliyle bile Peygamber duasının karşılığını görmek:
"Sabahlara kadar uykusuz kalıp nöbet bekleyerek beni korumaya çalışan Sen de dünya ve ahirette koru"

Daha bir anlamlı sanırım şimdi Ebu Eyyüp mekanı...
Daha bir huzurlu mekan sahibini tanıyınca.